9 Şubat 2009 Pazartesi



Neden Venezuela? Yanıtı olmayan bir soru. Ekvador ya da Kolombiya da olabilirdi. Diyelim ki gündemde şu sıralar daha çok adı geçtiğinden dolayı bu ülkeyi seçtik. Bir dahaki blog Ekvador, Namibya ya da Kamboçya’dan olabilir yani! Gideceğimiz ülkeleri seçerken hiçbir zaman neden sorusunu sormuyoruz. Her ülke için bir neden var çünkü. Belki kozmik bir sinyal bize sıradaki ülkeyi işaret ediyor kim bilir?




15 Şubat Pazar günü Venezuela’da bir referandum var. Halk aşağı yukarı ikiye ayrılmış durumda. 10 yıllık başkan Hugo Chavez’in taraftarları referandumda “Si” çıkması için var güçleri ile çalışıyorlar, çünkü bu durumda Chavez 2012 yılında yapılacak başkanlık seçimlerinde tekrar aday olabilecek. Bu karizmatik sosyaliste karşı aday çıkarmakta zorlanan sermaye sınıfı ise ülkedeki enflasyon ve suç oranlarındaki artışları Chavez’in aleyhine kullanarak “No” peşinde koşuyor.
Caracas’ın seçkinler mahallesi Altamira’nın hareketli meydanında evetçiler ile hayırcılar yan yana gösteri halindeler. Ama “evet” cephesinin sesi daha yüksek çıkıyor her zaman. Caracas’ın insanı çıldırtabilecek kadar yoğun trafiğinde her kırmızı trafik ışığı “evet”çiler için ellerinde pankartları ile bir gösteri fırsatı yaratıyor.




Caracas’ın trafiği Venezuela’yı anlamaya giriş çalışması için birebir. 5 milyon nüfuslu bu şehirde, ki bu nüfusun yarısının otomobil sahibi olabilmesi ekonomik nedenlerden dolayı mümkün değil, 2 milyon araç var. Venezuela bir petrol ülkesi. Petrol rezervleri şeyhlerinki ile yarışıyor. Benzinin litre fiyatı 11 yıldır sabit. Bugünkü serbest kur ile 1 litre benzin 3,2 kuruş. Biliyorum anlaşılması zor, o yüzden şöyle söyleyeyim: Orta sınıf bir arabanın deposu bu fiyatla İstanbul’da 1,6 TL’ye dolacaktı. Ya da başka bir deyimle Tanrı Türkiye’de niye petrol olmaması gerektiğini iyi biliyormuş diyebiliriz. Dünyanın en pahalı benzinin kullanan Türk insanı İstanbul trafiğini yaratırken dünyanın en ucuz benzinin kullanan Venezuela’lının Caracas’ın bu trafiğini yaratması çok olağan geldi bize. Aradaki fark çünkü –benzin fiyatındaki gibi- 200 misli değil! Ama Caracas’lı bu trafikten çok muzdarip ve şehir kesif bir ekzos gazı kokusu içinde yaşıyor, tüm o tropik yemyeşilliğine karşın.



4 Şubat saat 15 civarında Alitalia’nın Roma-Caracas seferi Karayip denizi üzerinden Maiquetia havaalanına doğru alçalırken bu bilgilerin bir kısmı yoktu henüz bizde. Belli bir tedirginliğimiz vardı. O da bu gezimizde ilk kez tüm paramızı nakit olarak harcama zorunluluğumuzdu. Bu gibi uzun seyahatlerde nakit para her zaman ağır bir yüktür, kimi zaman 8 bavula eşdeğer olabilir. Bu zorunluluğun nedeni Venezuela’da dolar kurunun sabit olması, ama ülkede yıllık %30 civarındaki enflasyon nedeniyle karaborsa dolar fiyatının resmi kur olan 2,15’in ikibuçuk katı olmasıydı. Yani resmi kur ile harcama yapacak olsak (kredi kartı veya ATM çekim) Venezuela bize son Japonya seyahatimizden 3 misli pahalıya patlayacaktı.


Alitalia beklentilerin tersine Maiquetia’ya tam vaktinde indi. Pasaport, gümrük işlemleri sorunsuzdu. İki küçük çekçekli çantamız ile dışarı çıktığımızda karşımızda bulduğumuz resmi elbiseli bir topluluktan güleç yüzlü bir siyahi bizim de onaylar şekilde bakmamızla yanımıza geldi ve para bozdurmak isteyip istemediğimizi sordu. Polis sanabileceğiniz bu insanlar aslında bavul taşıyıcılardı, ama sadece o işi yapmıyorlardı. Konuşa konuşa yürüdük ve pazarlık ettik. 1 dolara 3,5 Bolivar vermek istedi 4’de anlaştık. 200 dolar bozdurduk. Aslında biraz daha pazarlık mümkündü ama 20 saatlik yol sonrası gücümüz pek yoktu ve bir an önce otele ulaşmak istiyorduk. “Bavul görevlisi” bizi havaalanının resmi taksileri olan siyah Ford Explorer’lerin yanına kadar getirdi ve vedalaştık. Taksi fiyatı 170 Bolivar’dı ve pazarlık edilmiyordu. Caracas deniz kıyısındaki havaalanına 30 km kadar uzakta ve yüksek Avila dağının arkasında. Yol boyunca tropik bitki örtüsü ile kaplı bu dağın yamacından ilerledik ve şehre yaklaştıkça derme çatma kırmızı tuğladan yapılmış gecekonduları gördük. Soley’in ağzından gayri ihtiyari “Mamak” kelimesi çıktı, ben ne anlama geldiğini anlayamadım!

Otelimiz Altamira semtinde. Burasını daha çok güvenlik için seçtik. Çünkü şehrin daha ucuz otellerinin bulunduğu bölgelerde akşam karanlığına yakın pek dışarı çıkılmaması tavsiye ediliyor. Biz de şehri henüz tanımadığımızdan bu seçeneği değerlendirdik.
Otel odamıza yerleşip biraz dinlendikten sonra çevreyi keşfe çıktığımızda saat 5’i geçiyordu. 27-28 derecelik bir sıcaklık vardı. Meydandaki hareketliliği bir süre izledik, ara sokaklara daldık. Ne kıyafetimiz ne de tipimiz bizi çevremizdeki insanlardan ayırmıyordu. Kalabalığın içine karıştık. Bir markete uğrayıp su aldık, bu sırada akşam alışverişindeki Caracas’lıları izledik. Artık hava kararmıştı. Lonely Planet’in tavsiyesi ocakbaşı lokantasında yediğimiz kömür ateşinde kızarmış tavuklar çok lezzetliydi. Yanında patates yerine yukka kökü ve kızarmış muz vardı.
Perşembe günü ilk işimiz arkadaşımız Gökhan’ın bir tanıdığı olan seyahat acentesine gitmek oldu. Burada para bozdurmamıza yardımcı olacaklardı. Beklediğimiz gibi daha iyi bir kurla ( 1 dolar=5 bolivar) bize epey yetecek bir miktar para bozdurduk. Bugün yağan tropik yağmur pek uzun sürmedi ve şartlarda bir değişiklik de yapmadı.
Caracas’ın merkezini bir sonraki gün keşfettik. İnsanların hayatı açık alanlarda yaşadığı, birbirleriyle meydanlarda, kafelerde bir araya geldiği tipik bir Latin Amerika ülkesiydi burası. Belki insanlar çantalarını biraz daha sıkı kavramış yürüyorlardı, ama bu da bize pek yabancı bir şey değildi. Bir de çevrede biraz fazla polis ve askere rastlıyorduk. Hatta birkaçınla muhatap bile olduk. Yüksekçe bir tepeden güzel bir Caracas manzarası fotoğrafı çekmemize eli silahlı bir nöbetçi izin vermedi. Neden sonra anladık ki fotoğrafını çekmek istediğimiz yer başkanlık sarayı imiş! Trafik polisleri de fotoğraflarının çekilmesinden pek hazzetmiyorlar, bunu da deneyimledik ayrıca.

Caracas metrosu kalabalık ama düzgündü. Ağzına kadar dolu trenler 2 dakika içerisinde boşalıyorlardı. İstanbul’dan alıştığımız daracık koridor, merdiven ve peronlar yoktu burada. Belli ki bilgili bir belediye ve mühendis ekibi tarafından planlanmış bir metro sistemi ile karşı karşıya idik. İnsanların vagonlara binerken sıraya girmesi ve vagon dolunca bir sonraki seferi beklemesi ise biraz tuhaftı doğrusu.

Yarın gece otobüs ile And dağlarındaki Merida kentine yola çıkıyoruz. Biletimizi “yataklı otobüs”lerden aldık. Merakla bekliyoruz.
Posted by Picasa